“Anne olunca anlarsın!”
Belki de anne olmak üzerimize en çok duyduğumuz yargılardan biri olarak karşımıza çıkar ve bu deneyimin “onun içinde olmadan” çok da anlaşılamayacak bir şey olduğuna işaret eder. O halde, anne olmadan anneliği eksik anlayabilecek olan bizler; bu olguya en kapsamlı ve mesafesiz şekilde nasıl yaklaşabiliriz, tabii ki sanat yoluyla.
Annelik olgusuna sanat eserlerinde rastladığımızda, bu kavramın farkı yön ve yanlardan bir zenginlikle ele alındığını görürüz. Bu zenginliğin oluşma sebebi, oldukça normatif bir tutumla yaklaşabilecek-savunabilecek ve bir baskı unsuru yaratma yönünde ele alınabilecek bir konuyu; sanatın ifade gücüyle dışavurmasıdır. Semiha Berksoy, Neşe Erdok ve Tomur Atagök gibi resim sanatçıları; özellikle 70ler sonrası toplumsal arkaplanların da etkisiyle, kadın sanatçı kimliklerini var etme yolunda çaba sarf etmek zorunda kalmışlardır.Türkiye’de kadın olmak mücadelesinin yanı sıra, sanat eserlerinde kadın temsili ve kadın olmaya dair olarak atanan bazı rollerin sanatta temsili, bu sanatçıların eserlerinden bize yansır. Bu eserler, sosyal açıklamaların yanında sanatçıların anneleriyle kurdukları ilişkilerin öznelliğini-bireyselliğini de taşır ve annelik deneyiminin kişiselliğine dair düşünmemize işaret ederler. Bu ilişkiler tuvallere, sahnelere ve ekranlara; farklı kırılganlıklar, değerler ve kimlikler taşırken, hepsinin oluşturduğu hikaye kendi içinde farklı ve zengindir.
Semiha Berksoy’un resimlerinde annelik olgusu daha çok kendisi ve annesiyle olan ilişkisi üzerine kuruludur. Semiha Berksoy, annesi Fatma Saime Hanım’ı (kardeşine hamileyken) İspanyol gribine yakalanması sebebiyle kaybetmiş ve bir şekilde anne ile çocuk arasındaki bağa eserlerinde hep yer vermiştir. Sanatı aracılığı ile annesiyle fiziksel dünyanın ötesinde bir bağ kurduğunun altını çizer ve yine sanatında otobiyografik öğelere yer vererek, hayatına ve ailesiyle olan ilişkisinin onda yarattıklarına dair olan kalıntıları gözlemleyebilmemizi sağlar. Halüsinasyon Duvarı’nda, artık hayatında olmayıp sanatında ve kişiliğinde etkisi olan karakterleri mistik bir biçimde ama oyuncu bir biçimde yansıtır. Saime Hanım, Semiha Berksoy’un üzerinden uzanan koluyla onu sarıp sarmalar ve güvene alır. Fatma Saime Hanım’ın en sevdiği eflatun rengi ise masalsı bir hareyi oluşturur.
Semiha Berksoy’un Opera sanatçısı kimliğinin yanı sıra zengin bireysel dünyasını yansıtan resimlerinden bir diğeri olan, “Annem ve Ben”’de de benzer bir temaya ve anne-çocuk koruma-yuva ilişkisine rastlarız.Semiha Berksoy’un kendisini küçük bir çocuk olarak resmettiği bu eserler, onun kırılgan haline vurgu yaparken; annesinin varlığının koruyucu ve güven verici bir büyüklüğü mevcuttur. Uzun ve ince kollar, onu ve anne karnında ölen kardeşine ulaşır, sarıp ve sarmalar; tıpkı sevgi veren bir annenin yaptığı gibi.
Karanfilli Kız otoportresinde ise, o hem olgun bir kadındır hem de anne karnında korunmaya muhtaç ve savunmasız bir haldedir. Anne rahminde kendini resmederken, yüz ifadesi ve arka planda yer alan cümleler ise; onun kendine yeten tarafına vurgu yapar. Bu nedenle de bir annenin çocuğu ile olan bağındaki bütün olma ve koruyucu-kollamacı ve güven verici haline atıfta bulunur.
Neşe Erdok’un resimlerine yansıyan anne kimliği ise, Semiha Berksoy’un kimi zaman mistik ve kişisel olan otobiyografik dokunuşlarından ayrık olarak; aile kavramıyla içi içe geçmiş haldedir. Bu tablolarda, ailenin diğer üyeleriyle bir bütün oluşturan anneler; çoğu zaman, toprak tonları ve soluk motifler eşliğinde karşımıza çıkarlar. Resimlere hakim olan umutsuz ve tedirgin atmosfer ise, aile bireylerinin yüzüne yansır haldedir. “Aile” adlı olan bu eserde ise annelik teması öne çıkmıştır.Bir koltuğun üstünde ve çevresinde birbirlerine neredeyse dolanmış halde bulunan bu ailede annenin üzerindeki renkler ve çiçekler; anneye ve kadına atfedilen, güzellik ve yumuşaklık faktörlerini yaşatırken, yüz ifadelerine yansımış olan tekdüzelik hali resimlerin de toplumsal gerçekçi bir tavırla ortaya konmasıyla vurgulanmış olur.
Bu noktada, Neşe Erdok’un resimlerinde gördüğümüz bu kalabalık üyeli aileler; toplumun annelik kimliğine bakışını ve anneliğin toplumdaki yerine dair bakışlar sunarken, karakterlerin iç dünyasının atmosferik unsurlarla da desteklendiği bir zemin oluşur.Bu şekilde Semiha Berksoy’un tablolarında, soyut ve masalsı anlatımla süslenmiş olan anne kimliğinin bireyselliği; yerini kitlelerin içinde bir figür olarak anne olmak haline bırakır.
Sanat dünyasında önemli yerleri olan bu figürlerin yanı sıra özellikle de:Hale Asaf, Belkıs Mustafa, Celile Hikmet, Güzin Duran, Harika Lifij, Melek Celal Sofu, Sabiha Bozcalı, Eren Eyüboğlu, Fahrünissa Zeid Melahat Ekinci gibi isimler hem sanat dünyasında kadın olma kimliklerini var ederlerken, annelik ve aile olgularını da resimlerine taşımış sanatçılardandır. Gülseren Südor, Alev Mavitan, Nur Koçak, Filiz Başaran, Hale Arpacıoğlu, Fatma Tülin Öztürk, Hale Sontaş, İnci Eviner, Tangül Akakıncı, Şükriye Dikmen, Naile Akıncı, Gencay Kasapçı, Tomur Atagök, Gülsün Karamustafa, Canan Beykal gibi isimler de eserlerinde kadınlık-annelik kavramlarına yönelik yaratımlarda bulunurken; sanatlarında biz sanatseverlere ulaşmaya çalışan bazı düşünceler de vardır.
Bu kadınlar, erkek egemen bir toplumda sanat dünyasında üretimlerini sürdürürkenki olan süreçlerinin yanı sıra; kadın-aile ve annelik konularında olan bireysel-toplumsal ve sosyal-fikirsel düşünceleri kendi filtrelerinden geçirerek kendi anlatım dilleri ve methodlarıyla bunları bize olgulardan fazlasını sunan sanat eserleri haline getirebilmişlerdir.Deneyimlemenin ve kelimelerle aktarılamayacağı düşünülen deneyimlerin (“ anne olunca anlarsın”a ithafen) başka şekillerle aktarabilmenin mümkünatını anlarken, anne olmak olgusuna kadın kimlikleri üzerinde kurdukları ilişkilenmelerin yanı sıra, hem toplumun hem aile kurumunun içinde anne olma deneyimine dair olan düşünceleri aslında bizden de çıkma bir şeydir.Bu nedenledir ki, bu eserlerde gördüğümüz annelik olgusu; hepimize çok tanıdık, ama bir o kadar kendi içinde farklı, zengin ama bir o kadar da deneyimde benzerdir.Bu yüzden de aynı olgu çerçevesinde şekillenen bu eserler, bize “annelik” kavramına farklı çerçevelerden benzer meraklarla bakabilmemizi sağlamıştır ki yaratım sürecinin en güzel yanı da belki de buna ön ayak olmaktır.
-Özge Gürbüz