İnsan bedeni, özellikle kadın bedeni yıllar içinde sanatın her alanında yerini aldı. Kadın bedeni tabi ki harika ve başlıbaşına bir sanat ancak özellikle bu yazı içi araştırma yaparken fark ettim ki yıllar içinde kadın bedeni eserlerde genel olarak sadece seks objesi olarak, bir arzu nesnesi olarak gösterilmiş. Kadının gerçekliği ve benliği tamamen haz vericek şekilde biçilmiş ve şekillendirilmiş. Bu yazıda özellikle yer vereceğim eserler bu sebeple olabildiğince dürüst olacak. Hazırsanız başlayalım…
Benim burada daha önce de bahsettiğim bir feminist sanatçı olan Judy Chicago’nun “Dinner Party” (1974-1979) adlı eseri hakkında konuşarak başlamak istiyorum.
İlk baktığınız çok detay görmediğiniz bu eser 1463×1463 uzunlukta ve tarihteki kadınları anlatıyor. Her tabakta karşınıza farklı bir eser ve adandığı farklı bir kadın çıkıyor. Bu eserler iki boyutlu çizimlerden başlayıp ilerledikçe daha üç boyutlu haller almaya başlıyor. İşler aslında burada değişmeye başlıyor.
Durum böyle olunca eser zamanında birçok farklı kişi ve şirket tarafından saldırıya uğruyor, ‘porno’ olduğu söyleniyor ve defalarca kapatılmaya çalışıyor. Tarihte bir sürü eserde kadın bedeni zaten hali hazırda kullanılıyorken, sizce neden bir kadının kendini ve tarihini ifade ettiği bu eser onlardan yirmi kat fazla tepki aldı?
Sanırım bu eserin aldığı yorumlar arasında beni en çok şaşırtan başka bir kadın tarafından yapılan şu yorumdu: “Playboy ve Penthouse, kadın anatomisinin güzelliğini tanıtmak için “The Dinner Party”nin yapabileceğinden daha fazlasını yaptı.” Playboy, kapağında ve içeriğinde neredeyse çıplak kadınlar barındırmakla ünlü bir dergi ve kadın bedenini kutlamak ya da güzelliğini göstermek yerine objeleştirme, baskı kurma ve tamamen kullanma dışında bir şey yapmadığı yegane bilinen bir platform. Bir erkeğin kadın bedeni üzeriden para kazanmasını ve yıllarca bunu yapmasını bir feminist sanat eseri ile karşılaştırmak ne kadar doğrudur bilemiyorum açıkçası.
Ama bunu şimdi bir kenara bırakalım ve sanata odaklanalım. Daha spesifik olmak gerekirse, ülkemizdeki sanata.
Genel olarak feminizm ve Wiccan yaklaşımları barındıran eserleri ile bilinen Elif Varol Ergen’in buradaki eserinin adı “Witch Mom” (2016/Print, 10.6×14.5). İçimdeki cadı bu eseri ayrı bir sevdi ama sanırım genel olarak kadının bedeninin resmedilme tarzı ve genel renk kullanımı ilgimi çekti diyebilirim. Sanata atılmadan önce genel olarak psikoloji, çocuk – ebeveyn ilişkisi, aile içi şiddet ve buna bağlı olarak gelişen travmaların insan psikolojisi üzerinde yarattığı hasarlarla ilgilenen Ergen, işlerinde de şahit olduğu durumlardan öğeler kullanmış. Ergen eserlerini genel olarak ise şu şekilde açıklıyor: “Eserle yaratıcısı arasındaki özdeşlik, temayla kurulan empati ve malzeme sayesinde oluyor bana göre. Ortaya çıktıktan sonra da sanatçının bir parçası olmaktan kurtulup kendini tanımlayan başka bir “şey”e dönüşüyor.” (Elif Ergen’in diğer eserleri bu linkte.)
Ecem Yerman’a ait bu eserin boyut ve neden yapıldığı bilgilerine ulaşamadım ancak adına ulaştım, Meme Meme. Bence kesinlikle çok yerinde ve açıklayıcı bir isim olmuş. Ecem Yerman genel olarak normun dışında kalmış bedenleri temsil eden ve toplumsal cinsiyet rollerimizin yapaylığı vurgulayan eserler üretmeye çalışıyor. Ecem Yerman’ın eserleri genel olarak ilgimi çekti ancak bu eseri ayrı bir sevdiğimi söylemem gerekiyor. Kadın bedeni en saf ve doğal hali ile sergilenen bu kadın sanki ona bu şekilde görünmemesi gerektiğini söyleyen toplum ve insanlara yukarıdan bakıyor gibi bir izlenim verdi bana. Siz ne düşünüyorsunuz? (Ecem Yerman’ın diğer eserleri bu linkte.)
Şimdi bahsetmek istediğim eser ve sanatçı, Viyana ve İstanbul arasında yaşayan ama kıtalar arası eserleri üretmiş Nilbar Güreş. Eserin adı ise “Self-Defloration”. (2016/Kolaj, Kumaş 185×275) Nilbar bir röportajında bu projenin ilk feminist eseri olması sebebiyle kendisi için de önemli olduğunu söylüyor. Bu eser bir noktada Nilbar’ın da kendini büyürken nereye koyduğunu gözler önüne sere nitelikte. Üniversite ve büyüme çağında dünya çapında bir cinsiyet kodlaması ve baskı mevcut, bu eserdeki kadın ise bu baskı ve beklentiyi üzerinden atarak kendi, -ve buradaki mesajı anlatmak için bu kelimeyi kullanacağım yoksa bunun sadece bir sosyal norm olduğunu düşünüyorum- ‘bakireliğini’ bozuyor. Projenin adı da zaten bunu anlatıyor. Gücü beklenti ve toplumun elinden alarak kendine ve bedenine yüklüyor aslında sanatçı. (Nilbar Güreş’in diğer eserleri bu linkte.)
Bu yazıyı yazmaya başladığımdan beri bu konuyu bana öneren KızBaşına ekibine her gün teşekkür ettim çünkü varlıklarının başka türlü farkında olamayacağım bir çok güçlü kadın sanatçı ile tanıştım. Bunlardan yine çok önemli olanlarından biri Irmak Dönmez. Genellikle cinsiyet politikası, kadın bedeni ve feminizm konularını işleyen Dönmez’in bir çok dikkat çekici arasından bu yazıya koymayı seçtiği eseri ise “Human Milk for Cows”. (2020/Seramik, 24x14x15cm). Eser aslında siz hiç bir şey söylemeden ya da düşünmeden size ihtiyacınız olan bütün bilgiyi, hatta fazlasını veriyor. Göğüs hem temel besin kaynağımız hem de bir zevk objesi olarak hayatın her yerinde önümüze konulan bir şey. Bu eser bunu sarılmış, paketlenmiş ve satılmaya hazır bir ürün olarak bize sunuyor. Burada Dönmez, farklı şekillerde tüm yetişkin hayatını kapsayan bir imge olarak memenin, öznelliğinden bağımsız bir cinsel nesne olarak meta fetişizm ile nasıl iç içe geçtiğini gözler önüne seriyor. (Irmak Dönmez’in diğer eserleri bu linkte.)
Son olarak değinmek istediğim sanatçımız ise Meryem Sarıkaya. Kendisinin o kadar çok kadın bedeni, feminizm ve femme fatale dediğimiz temalar üzerinde eseri var ki gerçekten sadece bir tanesini seçemedim. O sebeple de kendisini en sona koydum.
Sarıkaya gerçekten içindeki öfke, toplumsal baskı hissi ve genel olarak kadın olmanın onun için ne anlama geldiğini eserleri ile çok güzel bir şekilde dışarı döküyor ve bu hislerini bizimle buluşturuyor. Aralarında en sevdiğim ise ilk araştırmamda önüme çıkmayan ancak daha sonradan gözüme çarpan bu eseri. Adı “Otoportre.” Sarıkaya bende en çok bu eserinde toplumun ondan beklentisini, ‘nasıl olması gerektiğini’ ancak aslında nasıl hissettiğini göstermiş. Kadının bütün plastik bedeni ve üstündeki kıyafetler durumun, aslında beklentilerin ve toplumun görüşünün sahteliğini gösterirken bu bedene bağlı surat bütün gerçek ve saf hislerini tak bir bakış ile veriyor. Tüyler ürpertici.
Görünen o ki kadın sanatçılarımız dünya çapındaki diğer kadınlar gibi bedenleri ve sanatları altına imzalarını atmaya devam ediyor.
-Selin Yağmur Yıldırım