Feminist sanat dendiği zaman bir suru ulusal ve uluslararası sanatçıdan bahsetmek mümkün. Ama bugün Türkiye’de üretimlerini sürdüren sanatçılardan Meltem Sarıkaya adını anmamak olmaz.
Meltem Sarıkaya, 1991 senesinde Sivas’ta doğdu. Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi, Resim Bölümü’nden mezun oldu. Zeynep Nur Ayanoğlu ile gerçekleştirdiği bir sohbette söylediği “Kadın cinselliği hiçbir otoritenin, gücün, kurumun, kişinin vs. tekelinde değildir” cümlesi Sarıkaya’nın sanat eserlerini yaratırken aldığı motivasyonu da açıklıyor.
Birçok isinde olduğu gibi “Seninki kaç cm?” isimli eserinde sarkastik bir bicimde materyalizmin artan etkisiyle her şeyin en büyüğünü, en gösterişlisini, en ilgi çekicisini aradığımızı çok basit bir soru ile bize sorgulatıyor: “Seninki kaç cm?”
Kadın cinselliği toplumun iki yüzlü olduğu ve birçok konuyu erkek egemen sistem üzerinden yorumlanmaya çalışması da elbette ki Sarıkaya’nın eserlerinin konusu. Hemen hemen neredeyse günde 1 kadının hayatını kaybettiği bir ülkede yasayan Sarıkaya, her cinayet sonrası öldürülen kadınların arkasından sonra söylenen “Kadınlar Çiçektir” sözünün konunun politikliğini yumuşatmaya çalışmış olmasından rahatsız olmuş olacak ki kendi yorumunu katarak eserlerinden birinin adi haline bile gelmiş.
Kadın cinayetlerini anlatan eserlerden bahsedip Sayna’nin adını anmamak haksızlık olurdu. İstanbul’da yasayan 1996 Tebriz doğumlu Sayna Soleimanpour, lisans hayatına Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Tekstil ve Moda Tasarımı Bölümü’nde başlamış olsa da 2019 senesinde aynı fakültede bulunan Fotoğraf Bölümü’nde eğitimini sürdürmüştür. Sayna’nın eserlerinde toplumsal kalıpları, kadın cinayetlerini ve sokakların kadınlar için olan güvenliği gibi çeşitli temaları görmek mümkün.
“Eğer bir gün ö-l-d-ü-r-ülürsem bu fotoğrafımı paylaşın. / If I get k-i-l-l-ed someday, share this photo of me.” etiketi ile yayınladığı Instagram postu ile İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının yanlışlığı, kadın cinayetlerinin politik oluşu, medyadaki kadına yönelik şiddetin dili gibi farklı mecralarda ve ortamlarda oluşan kadına yönelik şiddeti içeren bir yazı ile de pekiştirip paylaşması en yeni dikkat çeken islerinden biri olduğu söylemek çok da yanlış olmaz.
Pandemi sürecinde ise İstanbul’un ıssız sokaklarında çektiği otoportre serisi ile kendi farkını ortaya koyan Sayna, Oggusto’da yayınlanan bir röportajında söylediği “Esasında toplumun baskılarından, bedenine yüklenen anlamlardan bıkmış, sokakta yürürken kendini tehdit altında hissetmekten yorulmuş, tek isteği cinsiyeti nedeniyle, giydikleri nedeniyle, kimliği nedeniyle yargılanmadan, korkmadan sokakta özgürce yürüyebilmek olan bir insan görüyorsunuz.” sözleri ile eserinin amacını açıklığa kavuşturuyor. Bu eseri ile erkek egemen ideolojilerin hakim toplumlarda kadınların şehir yaşamında kendilerine koymak zorunda kaldıkları kısıtlamalara (gece sokakta yalnız olmaması, kıyafetlerinin belli kurallar içinde olması (dekolte veya kısa olmaması)) ve baskılara bir eleştiri serisi yaratıyor.
Son olarak, bütün bu feminist eserleri anıp, feminist, kuir ve vegan politikalar üzerine eserler üreten Irmak Dönmez’den bahsetmeden geçmek olmazdı. Irmak Dönmez 1987 senesinde İstanbul’da doğdu. Akademik hayatına Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Görsel Sanatlar Bölümü’nde başladıktan sonra ayni üniversitede hem Resim Yüksek Lisansı, daha sonrasında ise Sanat Bilimi doktora programı ile devam etti.
Tüm Türkiye’de yankı uyandıran davalardan birinin sanığı: Çilem Doğan. Evli olduğu erkek tarafından şiddet görüp fuhuşa zorlanan fakat tüm bu döngüyü kırıp yeniden hayata tutunma hikayesiydi onun ki. Tutuklanırken üzerinde olan tişörtte yazan “Dear Past, Thanks for all the lessons” en az dava süreci kadar konuşulmuştu. Elbette tüm Türkiye’de konuşulan bu konu Irmak Dönmez’in de dikkatini çekmişti. Bu tişörtün kendisinde tuttuğu yeri ise “Biriktirdiğim fotoğraflar arasındaydı ve ölüme karşı hayatı temsil ediyordu, o güçlü duruşu geri çağırmak istedim.” sözleri ile açıklamıştı Zeynep Nur Ayanoğlu ile gerçekleştirdiği bir sohbet sırasında.
Elbette ki kadın cinayetleri hariç kadınlara hatta insanlara dayatılan fikirlere ve kalıplara karşı da ilgisi ve söyleyecek sözleri vardı Irmak Dönmez’in. Toplumda herkese belli roller ve anlamlar yüklenmesinin en belirgin örneği de anneliğin kutsal ilan edilmesi. Bu konuya dair Evrim Kepenek’e verdiği bir röportajda “Organlara zaten kendi işlevi dışında toplumsal anlamlar yüklendiği için ben de onları kendi dünyamda, fenomenolojik anlamlarımı yükleyerek yeniden dünyaya sunuyorum” diyerek eseri Nu’nun ilham kaynağını da açıklamış oluyor. Elbette ki Dönmez’in açıklamaları annelik karşıtı bir yerden değil sadece bu sıfat üzerinden kutsallaştıran veya kadını sadece bu sıfat üzerinden tanımlayan sisteme karşıtlık.
-Melike Gürer