Feminist sanat kavramı geliştikçe feminist sergiler de doğru orantılı bir şekilde artmaktadır. Elbette ki şu an bu sayılar hala yeterli olmasa da git gide artmasının umut verici olmadığını söylemek haksızlık olur. Türkiye’de de bu sergilere olan ilgiler arttıkça günden güne feminist sergi sayısı da artmaktadır.

İlk olarak Fulya Çetin’in sergisinden bahsederek başlayalım. Çetin sergisinde kadın saçları üzerinden kurulan bağları resmetmektedir. Çetin’in bu sergideki motivasyonunu ve ilhamını “göçmen bir kadının teknede ağırlık yapmasın diye saçlarını kestiği haberle karşılaştığında ilk iş olarak o habere konu olan fotoğraftaki saçları tutan erkek elini o saçlardan kurtararak bir desen çiziyor” şeklinde özetlemiş Hüseyin Gökçe. Daha sonra yasadığı ve gözlemlediği deneyimleri de bu bağlamda inceleyen Çetin 2 sene boyunca 517 desen çizmiştir. “Uzadıkça Daha Yakın” isimli sergi ile beraber bu desenlerin bazıları ise Merdiven Art Space’te meraklıları ile buluşmuştu.

Bahsedilebileceğimiz bir diğer sergi ise “Bize Ait Bir Oda”. Sergi kolektif bir sergi olup Ecem Yerman, Güneş Terkol ve Gizem Aksu’nun da dahil olduğu yirmi üç sanatçının resimden heykele kadar uzanan geniş bir yelpazede yarattıkları eserlerine ev sahipliği yapmıştır. Serginin temasını ise doğurganlık, annelik, regl, düşük yapmak, kürtaj gibi konular oluştursa da asıl farkı bu konuları kadın bakış açısı ile alması oluşturmuştur. Böylelikle bu konular hakkında oluşan basmakalıp algıları sorgulatmaya itmiştir.

Feminist sanattan bahsedip de CANAN’ı anmadan geçmek pek mümkün değil elbette. “Kaf Dağı’nın Ardında” isimli sergisinde heykelden nakışa fotoğraftan yerleştirme gibi çeşitli medyumlarda ürettiği eserlerini Cennet, Cehennem ve Araf kavramları üzerinden şekillendirmiştir. CANAN’ın bu üç kavrama bakışını “Kaf Dağı düz bir dünyayı saran karanlık okyanusu çevreliyor ve yeraltından damarlarla tüm diğer dağlara bağlanıyor. Ancak mitolojik Anka kuşunun kanatlarında ulaşılabilen Kaf Dağı’nın ardında insanlar, cinler, ejderhalar, hayvanlar ve tanrıçalar hep birlikte yaşadıkları yeni bir bütün oluşturmaya soyunuyorlar” seklinde özetlemiştir Nazlı Gürlek. Böylelikle hem normatif düzene karşı farklı alanlarda çeşitliliği de sunabilmiştir. Sergi temalara göre Arter’in üç katına yayılarak her katta o temayı betimleyen farklı eserleri barındırmıştır. Örneğin Cennet katında bulunan Çeşme (2000) isimli videoyu Gürlek “iki şişkin memeden damlayan sütü sonsuz bir döngü halinde gösteriyor” şeklinde tasvir etmiştir. Bu da kadın bedeninin yaratma ve yaşama devam ettirme gücünün bitmeden devam ettiğini -bir çeşit bir döngü olduğunu- gözler önüne sermiştir.

İlk kişisel sergisini “bütün kuşlar benim bahçeme gelir” ismi ile yapan Şafak Şule Kemancı ise queer feminist bir bakış açısı ile bedenin ve cinselliğin toplumlar tarafından belirlenen ve dayatılan sınırların çok daha ötesinde olduğunu ve bu sınırların aşılması gerektiğini polimer kil, lateks, suni deri, kurk gibi materyallerden yapılmış heykeller ve cam altı resimleri ile göstermiştir. Ayrıca eşcinsel sevişme imgeleri bulunan ve duvar kâğıdı olarak sunulan eserinde sanatçı bunu ayrımcılıklara karşı bir protesto amacı ile yaptığını o donem verdiği bir röportajında şu şekilde özetlemiştir: “O duvar kâğıdını 2000 yılında yapmıştım. O zamanlar İngiltere’de eşcinsellerin kendi evleri dışında, kamu alanı sayılabilecek –ki buna oteller de dahildi– başka mekanlarda cinsel ilişkiye girmeleri yasalar önünde hâlâ yasaktı. Eşcinseller yolda el ele yürüseler bile polis tarafından durdurulabilirlerdi. Bu yasaklar ancak 2003’te, o yıl İngiltere’de yürürlüğe giren yeni bir yasa sayesinde ortadan kaldırıldı. O aralar sözde açık görüşlü olan insanlardan hep şu yorumu duyuyordum: ‘Kendi dört duvarlarının arasında olduğu müddetçe, eşcinsellerin ne yaptıkları beni ilgilendirmez.’ Ben de dedim ki, o zaman gizli saklı olmak zorunda kalan cinsel hayatımı alıp duvarlara aktararak aleni hale getireceğim. Bunun için sevgililerimi ve arkadaşlarımı erotik pozlarda fotoğrafladım ve bu görselleri duvar kağıtlarına basarak sergiledim. Duvar kâğıdı olayı öyle başladı –bir protesto olarak.”

Neriman Polat’ın kişisel sergilerindeki ana temalarını genellikle kadın, kentsel dönüşüm ve şehir üzerinden oluşturmaktadır. Ancak “Şefkatsiz” isimli sergisinde ise şehir üzerinden çocuklara karşı uygulanan ayrımcılık ve şiddeti merkeze almıştır. Bu sergisi ile Neriman Polat, şiddetin her gecen gün artması nedeniyle aile kavramını tekrar sorgulamak ve çocuk kırılganlığı üzerinden toplumsal ve kentsel bozulmayı tekrar gündeme getirmiştir. Bunu da yaparken en güvenli ve korunaklı yerler olması gereken fakat şefkat barındırmaktan uzak evlerin tasvirlerini kullanmıştır.

“Dayanışma Güçlendirir: Afişlerle Kadın Hareketinin Son 40 Yılı” isimli sergi Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Daire Başkanlığı ile ortaklaşa düzenlenmiştir. Sergi Türkiye’de feminizm, kadın hareketleri ve patriarkal sisteme karşı verilen mücadelenin günümüze kadar gelirken ne gibi yollardan geçtiğini afişler aracılığı ile göstermiştir. Afişler seçilirken ise kadın hareketini görünür kılması, çeşitlilik ve temsiliyet içermesine önem verilmiştir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile ortaklaşa da olsa diğer küçük veya büyük şehirlerdeki kadınların temsiliyetine ve o şehirlerde bulunan kadın örgütleri de göz önünde bulundurulmuştur.

Haksız Tahrik isimli kolektif sergi ise sanatçı, aktivist ve teorisyenleri bir araya getirmiştir. Resimden stand-upa kadar geniş bir yelpazesi olan sergi adını da temasını da Türk Ceza Kanunu’nun “ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler’ başlığı altında düzenlenen 5237 sayılı haksız tahrik indiriminden almaktadır. Bu madde çeşitli nedenler yüzünden (töre, namus, ırz gibi) kadına uygulanan şiddeti adeta meşrulaştırıp kadını bir tahrik unsuru olarak görmektedir. Sergi ise kadınlara yapılan her türlü ayrımcı tutum üzerinde düşünmeye ve buna karşı bir aksiyon almak için adeta bir çağrı niteliği taşımıştır.
-Hatice Melike Gürer
